10 Nisan 2021 Cumartesi

İLLÜZYON

       Elinde bardağı hızlı adımlarla koridoru geçti. Gergin ve mutsuz görünüyordu. Dün geceki düşünceler hâlâ kafasını kurcalıyordu. Uyumadan önce -bütün gece uyuyamamıştı ya- onu tamamen hayatından çıkarma kararı almıştı. Böyle devam edemiyordu. Onu seviyor, onunla zaman geçirmeye bayılıyor, onu gördüğünde çiçek bahçeleri açıyordu kalbinde ama bütün bunlar gerçek mi yoksa yine kendi dünyasında uydurduğu şeyler mi bilemiyordu. Sevgisi yine gözünü kör etmiş ve kimsenin görmediği, uzun yıllardır kimseyi dahil etmediği o güzel ütopyasına yeniden birini -onu- dahil etmiş, ütopyasındaki o karakteri onun vücuduna giydirmiş ve şimdi yavaş yavaş gerçekliğe yeniden döndüğü için mutsuz olmaya mı başlamıştı? Onu ilk gördüğünde ilk defa ne aradığını biliyormuş ve sanki onu sonunda bulmuş gibi hissetmişti. Ona dokunduğunda tamamlanmış gibiydi, bir anda bir bütün olmuşlardı, sonsuza dek ayrılmayacak bir bütün. Öyle sarsılmaz bir duyguyla inanmıştı ki şimdi bu inancını kaybetmemek için çabalıyordu.

      Onun eski eşiyle -hâlâ resmî olarak eşiydi- görüşmesi, görüşmek zorunda olması bir noktada katlanılamaz bir hâl almıştı. Düşündükçe üzerine bastığı toprak şiddetle sarsılıyor, ikiye bölünüyor, karanlık ve bilinmez bir çukurun içinde buluyordu kendini. Ortada yanlış olan bir şeyler varmış gibi hissediyordu ve bu yanlış kendisine yapılıyordu. Düşünmeye başlamadan önce her şey öyle güzeldi ki ama bir noktada düşünmeden edemeyeceği bir yerde buldu kendini. Çünkü eski eş o kadar çok olayın içindeydi ki artık gözünü kapatıp görmediği, kulağını kapatıp duymadığı ya da bütün bunları görüp duyduğu hâlde kabul edebileceğini sandığı ana dönmek mümkün görünmüyordu. Daha ilk kez tam olarak eşinden, yaşadıklarından ciddi anlamda bahsettiğinde -gece kulübüne gitmişlerdi ve bir iki bira içmişti kadın- fazla gelmemiş miydi ona? Daha fazla dayanamayıp: "Dur, yeter, anlatma!" demiş ve tuvalete gidip ağlamamış mıydı? Tanıştıkları ilk zamanlarda eski eşiyle bütün bağlarını kopardığına inanmıştı ama bu inancı git gide sarsılıyor muydu? Bütün bu düşünceler inancını kaybetmeye başladığını hissetmesinden doğuyordu. Bunun için onu suçlamak istemiyordu aslında, onu anlamaya ve onun yanında olmaya çalışıyordu ama ya kendisi onun için sadece bir sığınaksa? Bütün duyguları, sözleri ve belki hissettirdikleri sadece bir oyundan ibaretse? Eski eşinden kaçarken kendini hiç olmadığı kadar rahat ve huzurlu hissettiği bir sığınak bulmuştu ve kadın da hiç itiraz etmeden öylece kabul etmişti onu. Sorgulamadan, yargılamadan dinlemiş, onu olduğu gibi sarıp sarmalamıştı. Örselenmiş, kanatları kırılmış bir kuş gibi görmüştü onu ve yeniden uçması için yardım edecekti ona. Fakat ya yeniden kanatlandığında artık geri dönmezse? Bu muydu kadının korkusu? O yüzden mi henüz iyileşmeden onu bırakmayı düşünüyordu? Geri döneceğini biliyordu ya da inanıyordu diyelim. Ama onun bu yaralı çırpınışlarına dayanamıyordu. Onu yaralayan avcısına olan merhametine katlanamıyordu. Bütün çabalarının boşa gittiğini hissediyordu ve bu onu öfkelendiriyordu. Belki biraz avcının onu elinden almasından da korkuyordu. Çünkü oldukça kurnaz ve usta bir avcıydı, üstelik iyi bir insan olduğuna inandırmıştı kuşu. Tuzağına da böyle düşürmüştü muhtemelen çünkü kadın kuşu ilk gördüğü anda oldukça iyi bir yüreği olduğuna inanmıştı. O yüzden kabul etmişti belki ona sığınak olmayı.

      Gece aldığı kararı uygulamaya cesareti olmadığını düşündü. Aslında cesaretten daha farklı bir şeydi bu. Aldığı kararın yanlış olduğunu ta derinlerden bir yerden hissediyordu. Pişman olacaktı. Güzel olan her şeyi bozmaya o kadar alışmıştı ki. Tek bir düşünce bütün hayatını mahvediyordu: "Ya hiçbir şey gerçek değilse? Ya beni manipüle ediyor, kandırıyorsa? Ya bir yalanı yaşıyorsam?" Asla "Bir yalan bile olsa mutluyum ve bu bana yeter." diyemiyordu. Ona göre gerçekler ne kadar acı verici olursa olsun bir yalanı yaşamak; o yalana inanmak, inandırılmak kadar acı verici olamazdı. Yanılıyordu. Bir yalana inanıp mutlu olmak da gerçekti, o yalan ortaya çıkana kadar...

      Yıllar önce çok sevdiği bir arkadaşı tarafından cinsel saldırıya uğramıştı. O, arkadaşını evine almış, kardeşlerinden ayırmamış ve ona bir sevgiliye verilecek kadar çok değer vermişti. Arkadaşlıklarının beşinci yılının sonunda -ki beşinci yıllarında beş kez saldırda bulunmuş, kadın her seferinde bağırmakla tehdit edip kurtulmuş ve fakat ne acıdır ki yalnız kalmamak için onunla arkadaşlığını da sürdürmüş (çünkü kadın öyle manipüle edilmiş ki adamın çok iyi biri olduğuna-adamın kendisinin de buna sarsılmaz bir inancı varmış- ona çok değer verdiğine ve asla zarar vermeyeceğine, bu saldırıların kendi suçu olduğuna, eğer onun istemediği bir şey yapar ya da söylerse arkadaşının onu terk edeceğine-ki sürekli arkadaşlığını bitirmekle, onu bir daha aramamakla tehdit ederdi kadını- inanıyormuş)- karşı tarafın onu hep bir orospu olarak gördüğünü ve arkadaşının gözünde zerre kadar değerinin olmadığını anlamış acı bir şekilde... Beş yıldır onu hiç değiştirmeye çalışmadan olduğu gibi sevdiği, ailesinden bir parça olarak gördüğü, kendini her yönüyle açtığı ve onu kaybetmemek için taciz edilmeyi bile kabullendiği -kabullendiğini sandığı- adamın gözünde bir paçavradan farkı olmadığını anlamış.Yaşadığı hayal kırıklığını, üzüntüyü hayal dahi edemezseniz. Dünyasının o an nasıl yıkıldığını -ve iyi ki de yıkılmış- düşünemezsiniz. Hani demiştim ya bir yalana inanmak da gerçekti, o yalan ortaya çıkana kadar; işte öyle. Beş yıl boyunca yaşadığının sandığı gerçeklik; o gerçek sandığı ve inandığı sevgi, saygı, değer gibi kavramlar koca bir yalanmış ya da hepsini kendi uydurmuş. Uydurduğu bu gerçekliği arkadaşı sandığı adama giydirmiş.

      Şimdi yine korkuyordu. Korkusunun sebebi yaşadığı bu büyük yıkımdı belki de. Yaşadıkları bir olay sonucu adamın bencilliğini ve iki yüzlülüğünü mükemmel şekilde saklayan maskesi, yine adamın kendi sözleri ve küfürleriyle düşmüştü. Adamın ağzından çıkan o ilk "orospu" kelimesinin kadında bıraktığı etki şimdi kendisinin bile hayal dahi edemeyeceği ağırlıktaydı. Yıllardır bunun içinde biriktirmiş, sürekli bunu sayıklamış, öyle olduğuna içten bir şekilde inanmış, şimdi de kadının yüzüne haykırmıştı. Utanılacak bir şeymiş gibi, ve kadın o utanılacak şeyi yapıyormuş da ancak bir lağım çukuruna layıkmış gibi, kendisi gibi değerli ve iyi bir adam kadını kurtarıyormuş ve fakat kadın orospu olduğu, adi ve şerefsiz olduğu hâlde kendisini  koruyan, kendisine iyi davranan -çünkü adam dünyadaki en iyi insandı- bu adamla sevişmiyormuş gibi -hayır, sevişmek gibi güzel bir kelimeye ve eyleme layık değil böylesi- herkese veriyormuş da ona bir tek ona vermiyormuş -onun bakış açısını anlatmak için bu şekilde söylemek daha doğru- gibi davranmıştı. Kadın ağlayarak anlamıştı ki adamın ona dokunmasını asla istememişti, hiçbir zaman, asla ve tiksiniyordu. Taciz edilmişti, cinsel saldırıya uğramıştı; arkadaşlık kisvesi altında aşağılanmış, hor görülmüş, hırpalanmış, kendine olan güveni yerle bir edilmiş ve en önemlisi yalnızlaştırılmıştı. Yapayalnız bırakılmıştı. Kendine muhtaç etmiş sonrasında da köpek gibi itip kakmıştı kadını. Karşısındaki beş yıl boyunca değer verdiği ve çok sevdiği adam aşağılığın tekiydi ve kadın ona duyduğu sevgiden kör olmuştu! Evet, tam olarak bu işte. Kör olmuştu! Artık sevgisinin onu kör etmesini istemiyordu ve hayatının geri kalanında bu duygu yüzünden kimseye güvenemeyecekti.

      O şehirden ayrıldıktan sonra iki yıl boyunca bunun altında ezilmişti. Kimseyle konuşup arkadaşlık kurmuyor, kimseye güvenmiyordu. Sürekli içten içe, o adam gerçek yüzünü göstermeseydi bu hastalıklı duruma devam edecek miydim? diye sorup duruyordu kendine. İlaca başladı, o süreçte bok gibi başka insanlar da tanıdı. Korktu, bağlandı, ağladı, kendisini bu hastalıklı duruma yeniden sokmaya çalıştı ve acı çektirdi kendine. Sonra bir sabah uyandığında her şey gitmişti. İşte tam bu zamanda tanışmıştı bu yaralı kuşla. Ve görür görmez içinde yıllardır eksik olan bir parçanın tamamlandığını hissetmişti. Koşulsuzca teslim olmak istedi, başardı da bir süreliğine. Ama şimdi yine hortlayan "Ya her şey bir yalandan ibaretse? Ya yine kendim uyduruyorsam ve ona duyduğum bu bağlılık yüzünden gözlerimi kapattıysam ve sadece görmek istediklerimi görüyorsam? Ya görmek istemediklerim, çok mu korkutucu? Canım mı yanacak yine?" düşüncesinin her şeyi mahvedeceğinden korkuyor. Yaşadığı tecrübeyi unutamıyor. Gardının indiremiyor bu yüzden.

      Eski eşiyle olan durumu da korkutuyor kadını. "Ya hâlâ seviyorsa onu? Ya ben onun için bir illüzyonsam? Beni sevdiğini düşünerek eşine duyduğu duyguları bastırıyor ve beni de kendini de kandırıyor olabilir mi? Neden eşi gibi olan kadınlardan değilim? Neden birincinin gölgesinde kalan ikinci kadınım? Neden ondan kopamıyor?"

      Odasına girdi, masaya oturup başını ellerinin arasında aldı. Onu bırakamazdı, en azından böyle yaralıyken. Ama ya yaralı olan o değil de kadının kendisiydi ise?

      






Hiç yorum yok:

PİRİNÇ

      İçeri girdiğimde soba yanıyordu usul usul. Loş odanın ölgün aydınlığında, fırlayarak, her tarafı yakıp kül etmek için çıldıran azgın, ...