28 Nisan 2023 Cuma

PİRİNÇ

      İçeri girdiğimde soba yanıyordu usul usul. Loş odanın ölgün aydınlığında, fırlayarak, her tarafı yakıp kül etmek için çıldıran azgın, kudurmuş falat önüne aşılmaz engeller konulup dizginlenmiş alevlerin ışığı duvarları yalıyordu. Boş bir masaya bıraktım tipiden yanmış yılgın vücudumu. Arkadan bir ses, bir kadın sesi: “Kim açtı bu cenaze müziği gibi şeyi.” Hakikaten öyle, lokantaya değil de cenaze evine gelmişiz gibi. Suratlar asık, ağır hareketlere masalara gelip giden ana oğul. Yemek soruyorum, bir tabak tavuk pilav, azıcık salata geliyor önüme. Çabuk hareketlerle abanıyorum tabağa, silip süpürüyorum. Bir tek pirinç tanesi dahi bırakmıyorum. Bir hikâye geliyor aklıma: “Eskiden pirinç taneleri dinozor yumurtaları kadarmış, insanlar kıymetini bilmedikçe bu taneler küçülüyormuş. O zamandan bu zamana bu kadarcık kalmışlar. Kıymetini bilmemeye devam edersek bir gün tamamen yok olacaklarmış. O yüzden tabağımızdaki bütün pirinçleri yemeliymişiz.” Bir arkadaşımın annesi çocukken anlatmış ona. Bana bu hikâyeyi içtenlikle anlatan arkadaşımı hatırlıyorum. Bir yerlerde, anlattığı bu hikâyeyi anımsayıp tabağımda bir tane bile pirinç bırakmadığımı hissedeceğini umuyorum. Her şeyin acı veren bir anıya dönüşmesi canımı sıkıyor. Yüzümdeki alaycı gülümseme yerini bitmek bilmeyen bir can sıkıntısına bırakıyor.

“Çay ister misiniz?”

Hiç yorum yok:

PİRİNÇ

      İçeri girdiğimde soba yanıyordu usul usul. Loş odanın ölgün aydınlığında, fırlayarak, her tarafı yakıp kül etmek için çıldıran azgın, ...