2 Eylül 2013 Pazartesi

Yazmak bazen nefes almaktır.

          Bazen çok öfkeleniyorum. Yapısını bildiğim hâlde, her seferinde herkese aynısını yaptığını bildiğim hâlde; dövseler, sövseler, kırsalar, üzseler bile yine de onlara yumuşak davrandığını/davranacağını bildiğim hâlde bazen dayanamayıp sinirleniyorum. Elimde olmadan. Bir şey söylememek için zor tutsam da kendimi moralime söz geçiremiyorum. Hem konuşmak istiyorum hem konuşmak istemiyorum. Ya bi şeyler söyleyip kalbini kıracağım ya da durmayacağım yanında. Oysa onun yanında durmayı ne çok severim..
İnsan belki de en çok sevdiğini en fazla kırar...
En sevdiğiyle birlikte kendisini de...
İnsan belki en çok sevdiğine en fazla kırılır...

"Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi yaralar beni

Şu ellerin taşı bana hiç değmez
İlle dostun gülü yaralar beni"

demiş şair. Demiş de anlatılsa binlerce sözcüğe, sayfalarca yazıya sığmayacak olanı dört dizeye sığdırıvermiş. Bazı şiirler, bazı dörtlükler, bazı dizeler ve hatta bazen sadece tek bir sözcük bile ne güzel anlatır derdimizi.
          Kızgınlığımı, öfkemi, kırgınlığımı belki de, asıl hedefine ulaştıramadığım için acısını en yakınımdan çıkarıyor da olabilirim. Ulaştıramamak demeyelim de ulaştırmamak, bile bile susmak...
Ki yine en sevdiğinin hatrına susmak...
Susutukça aptal yerine konulmayı göze alarak susmak...
Onlar gibi olmamak adına susmak...
Hesaplaşmayı mahşer gününe bıraktığın için susmak...
Zor bir susmak vesselam...

PİRİNÇ

      İçeri girdiğimde soba yanıyordu usul usul. Loş odanın ölgün aydınlığında, fırlayarak, her tarafı yakıp kül etmek için çıldıran azgın, ...