16 Aralık 2018 Pazar

"Yol Ayrımı" Üzerine Bir Eleştiri

           Y... ile Şener Şen'in oyunculuğundan ve onu sevdiğimizden bahsederken son filmini izleyelim bir gün dedik, geçen akşam da izledik efendim. İzlerken sürekli kıyas yapıyor, eleştiriyordum. Benim için filmler üzerine yazma deneyimi olsun diye de bu düşüncelerimi yazıya geçirmeye karar verdim.
           Filmin başlangıcında sert bir imaj çizen Şener Şen, onun bu ifadelerine alışık olmadığımdan olsa gerek ya da daha önceki filmlerinde -örneğin Kibar Feyzo ya da Banker Bilo- kötü olsa bile komik olduğundan her an yumuşayacakmış gibi görünüyordu. Senaristler de öyle düşünmüş olacak ki filmin henüz ilk dakikalarında Şener Şen'e kaza yaptırıp onu vicdanlı, iyi bir insan karakterine büründürmüş. Bu dönüşüm çok yavan ve hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiş, adeta geçiştirilmiş. Bir insanın, özellikle bütün hayatını para kazanma hırsıyla geçirmiş, ailesi bile gözünde olmayan birinin aniden o kadar vicdanlı birine dönüşmesi de ancak Türk filmlerinde olur zaten. Üstelik Şener Şen hakimle konuşurken bu dönüşümü yaşama sebebini anlatıyor ve bu sebep, filmin üzerine kurulduğu temelin ne olduğunu bize gösteriyor. Senarist ne kadar hayatınızı yaşayın mesajı için uğraşmış olsa da film bana, iyi insan olmazsan cehenneme gidersin mesajını vermek için yazılmış gibi hissettirdi. İslam, insanın ruhunu teslim ederken gideceği yeri gördüğünü söyler. Filmde de karakterin gideceği yeri görmüş olması, bu bilgi ışığında değerlendirilmelidir. 
           Karakterlerin konuşmaları kişisel gelişim kitaplarından fırlamış gibi. Sürekli bilale anlatır gibi öğütler veriyorlar. Film izlemiyor da kişisel gelişim kitabı okuyordum sanki. Cehennemi görüp geri dönmüş bir kişiden tavsiyeler, kitabın adı da Cehennemi Yaşadım. 
           Şener Şen'in evini terk ettiği sahnede nedense aklıma Tolstoy geldi. Onunla ilgili izlediğim bir filmde de buna benzer bir sahne hatırlıyorum. Keza sonrasında arkadaşı karakterimize Tolstoy'dan alıntı yaparak bir şeyler söylüyor.
           Charles Dickens'ın Noel Şarkısı kitabını okumuştum filmden hemen önce. Filmin konusunu kitabın konusuna benzettim. Kitapta para kazanma hırsından gözleri kör olmuş, bu sebeple yapayalnız kalmış karakterimiz, üç ruhla yaptığı gezilerden sonra pişmanlık duyar ve o günden sonra hayatını yaşamaya, iyi bir insan olmaya çabalar. Kitabı okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır. 
           "Devrim, emek, işçi sınıfı, araya bir de Gülten Akın kitabı koyalım." "Cehennemi koymayı unutmayalım, sonuçta ülkenin yüzde bilmem kaçı müslüman, en önemli ekmek kapımız." "Aşk ve dostluk da katalım biraz." vb argümanlarla yazılmış bir senaryo. Böyle yaparsak filmimizi herkes izler, izleyen her kesim birbirine tavsiye eder sanıyorlar. Ne suya dokunuyorlar ne sabuna fakat yine de oradan ekmek yemek istiyorlar. Tıpkı Elif Şafak gibi!
          Bu kadar olumsuz eleştiriden sonra yapacağım tek olumlu eleştiriye geldik nihayet. Hoşuma giden tek sahne, yağmur yağarken onu izleyen Şener Şen'in elini uzatıp yağmur damlalarına -daha doğrusu damlaların ona- dokunması. Yağmuru çok sevdiğimden olmalı, ne zaman çok bunalsam kendimi ona benzer bir sahnede hayal ederim. 
          Filmi izlerken çok bir beklentim yoktu. Zaten Av Mevsimi'ni izledikten sonra Yavuz Turgul'la ilgili bir şekil çizmiştim kafamda. O filmde olduğu gibi bu filmi de sırf Şener Şen oynuyor diye izleme gafletine düştüm. Değdi mi, değmedi doğrusu.

PİRİNÇ

      İçeri girdiğimde soba yanıyordu usul usul. Loş odanın ölgün aydınlığında, fırlayarak, her tarafı yakıp kül etmek için çıldıran azgın, ...