28 Nisan 2023 Cuma

PİRİNÇ

      İçeri girdiğimde soba yanıyordu usul usul. Loş odanın ölgün aydınlığında, fırlayarak, her tarafı yakıp kül etmek için çıldıran azgın, kudurmuş falat önüne aşılmaz engeller konulup dizginlenmiş alevlerin ışığı duvarları yalıyordu. Boş bir masaya bıraktım tipiden yanmış yılgın vücudumu. Arkadan bir ses, bir kadın sesi: “Kim açtı bu cenaze müziği gibi şeyi.” Hakikaten öyle, lokantaya değil de cenaze evine gelmişiz gibi. Suratlar asık, ağır hareketlere masalara gelip giden ana oğul. Yemek soruyorum, bir tabak tavuk pilav, azıcık salata geliyor önüme. Çabuk hareketlerle abanıyorum tabağa, silip süpürüyorum. Bir tek pirinç tanesi dahi bırakmıyorum. Bir hikâye geliyor aklıma: “Eskiden pirinç taneleri dinozor yumurtaları kadarmış, insanlar kıymetini bilmedikçe bu taneler küçülüyormuş. O zamandan bu zamana bu kadarcık kalmışlar. Kıymetini bilmemeye devam edersek bir gün tamamen yok olacaklarmış. O yüzden tabağımızdaki bütün pirinçleri yemeliymişiz.” Bir arkadaşımın annesi çocukken anlatmış ona. Bana bu hikâyeyi içtenlikle anlatan arkadaşımı hatırlıyorum. Bir yerlerde, anlattığı bu hikâyeyi anımsayıp tabağımda bir tane bile pirinç bırakmadığımı hissedeceğini umuyorum. Her şeyin acı veren bir anıya dönüşmesi canımı sıkıyor. Yüzümdeki alaycı gülümseme yerini bitmek bilmeyen bir can sıkıntısına bırakıyor.

“Çay ister misiniz?”

14 Nisan 2023 Cuma

YABANCI

     Erken gelmiş, kahvesini almış öylece oturuyor. Kapıdan girdiğimde hemen fark ettim orada tek başına oturup ilgisiz gözlerle etrafı izleyen yabancıyı. Elinde telefon yoktu diğer herkesin aksine. Işığını kalkan yapmış parıldıyor koyu karanlığın içinde. Onunla buluşmaya gelerek, gelmediğim taktirde kendine "devşireceği" trajik ve aynı zamanda komik hikâyesini bozuyorum. Üzülüyor belki gelişime. Karşısına geçip oturuyorum. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme, beni süzüyor şimdi ürkek bakışlarla. Çözmeye çalışıyor, izin veriyorum. "Beni ekersin sanmıştım." diyor. Bir sigara yakıyorum, "Neler yapıyorsun?" diye soruyorum. "İnsan kalabalığına değmeden onların yanında geçiyorum, dinliyorum sessiz çığlıklarını." diyor. Konuşuyoruz, zaman akıp gidiyor, unutuyor ürkekliğini. Gözlerinin içine bakıp ardında derinlerde bir şeyler arıyorum. Bir "tutunamayan" olduğunu fark ediyorum, elimi uzatıyorum, "Bana tutun." diyorum tüm içtenliğimle. Kabul ediyor uzattığım eli; içinde yarım kalan, anlatamadığı anlatsa da kimsenin dinlemediği ne varsa döküyor avuçlarıma tüm içtenliğiyle. Yabancılığını kabul etmiş "müşfik bir mutlulukla." Saatler geçtikçe ait olduğu yeri bulmanın sevinciyle parlıyor gözleri. Bildiğim, acı bir şekilde tecrübe ettiğim şeyleri anlatıyor, ilk defa ondan duyuyormuşum gibi ilgiyle dinliyorum. En çok doyurulmamış yanı bu. Elimi koyup bastırıyorum, durduruyorum kanamasını, oradan sarmaya başlıyorum. Neden sonra bana ilgiyle bakması üzüyor beni. Çünkü onunla ne yapacağımı henüz bilmiyorum. Zamansız bir tanışma, ziyan etmek istemiyorum onu. Kendini bana bu kadar açma diyorum içten içe ama onu konuşturmaktan da geri duramıyorum huyum kurusun. Yılların birikmişliğini yüklesin beni sırtıma, birlikte taşıyalım istiyorum. Çölde susuz kalmış, suyumu paylaşıyorum. Sıcaktan ve susuzluktan kuruyup çatlamış dudaklarını alıp öpüyorum. Koluna girip ayağa kaldırıyorum; kalk, yürü, korkma. Bu uçsuz bucaksız çölde bizim gibi kaybolmuş ve susuz kalmış başkaları da var. Kimisi çoktan kuruyup çatlamış, kimisi bir serabın peşinde perişan olmuş. "Hadi artık, çıkalım bu çölden." diyorum, "Tamam," diyor "Senin bir serap olduğunu unutmadan yürüyeceğim seninle." Bir serap olduğumu fark ediyorum. Susayanları suya kandırıp ortadan kaybolan güzel bir düş. Geride bıraktığım bir düş kırıklığı. Ben parçalanırken benim hayalimle birlikte parçalanan bedenler. Hepsini belleğimde taşıyorum. Hepsini açık bir yara gibi bedenimde taşıyorum. Bir yarayı kapatmaya çalışırken bin yara açıyorum. 

    Bıraktım artık. Yürümüyorum. Durdum bir taş gibi olduğum yerde. Bazen biri alır başka bir yere koyar beni, denize atar yahut bir uçurumdan yuvarlar, dururum ben öylece atıldığım yerde. Kimisi değerli bir taş zanneder -ışıl ışıl parlarım çünkü- alır evinin başköşesine koyar, -oysa bana rengimi veren güneş yoktur orada-, rengimi beğenmez olur, tutar fırlatır camdan dışarı. Her şey benim dışımda gerçekleşir. Bazen çatlamak isterim. Bir eylemde bulunmak ve çatlamak.

    "Benimle ilgili ne düşünüyorsun?" dedi, "Hiçbir şey." dedim. Kendimle o kadar meşgulüm ki başkasıyla ilgili bir şey düşünmek aklıma bile gelmiyor.

11 Nisan 2023 Salı

KARANLIKTAN KAÇIŞ

    Kendi karanlığına bir yoldaş arıyordu. Oysa kadın bütün karanlıklardan kaçıp gelmişti buralara. Bir karanlığa daha katlanamazdı. Işığı görmüştü bir kere, tanımıştı onu. Anne karnından çıktığı anda ışığa vurulmuştu. Doldurmuştu içini aydınlık. Biliyordu artık ve bu şekilde nasıl yaşayabilirdi kapkaranlık bir mağarada? Umutsuzluk değil miydi o karanlık? Mutsuzluk ve yalnızlık.

    Her zaman umutlarını söndüren, içindeki o ışığı karartan bir erkek ve yine her zaman o ışığın fitilini yeniden tutuşturan bir erkek olacaktı. Bunu bilecek kadar çok şey yaşamıştı. Fakat yine de korkuyordu. Her yeni başlangıçta korkuyordu. Ve ışığı her söndüğünde. O ışığın yok olup gittiğini sanıyordu, inancını kaybediyordu. Ki inanç her şeydir bir insan için. Birçok şey inandığımız için vardır. İyilik, güzellik, umut, mutluluk... bizim inancımızın var ettiği kesif yanılgılardır. Kendi yarattığımız bir düştür. Ne var ki bu düş bazen öyle uzun sürer ki onun bir düş olduğunu unutup gerçekliğin kendisi sanırız. Uyandığımızda ya da uyandırıldığımızda bunca bocalamamız bu yüzden. Ve her başlangıç o düşü yeniden görme arzusu. Bizi tekrar tekrar ayağa kaldıran, her seferinde devam edebileceğimiz gücü veren o düşün varlığına duyduğumuz inanç. Bir kere gördüysem bir daha görebilirim. Küçücük omuzlarıma yüklenmiş ağır bir yük gibi taşıyorum bu inancı. Ve gittikçe ağırlaşıyor mu ne? Ya onu kimselerin olmadığı izbe bir köşede bırakacağım ya da kalabalıklara karışıp benimle aynı düşü gören bir yol arkadaşı bulacağım. 

    Kalabalığa her karıştığımda çıkmaz sokaklara giriyorum. Yeterince hızlanırsam duvarları yıkabileceğimi sanıyorum. Sonunda öyle sert çarpıyorum ki her yerim kırılıyor. bütün kemiklerim tek tek batıyor etime. Her bir zerremde hissediyorum acısını. Geri dönmeyi hiç düşünmüyorum nedense. Kendimi duvarlara vura vura parçalamak daha kolay geliyor. Hayatımda birçok şey değişiyor bir bu değişmiyor. Yazgım. Öyle olduğunu düşünmek korkaklığımı ve zayıflığımı gizliyor. 

PİRİNÇ

      İçeri girdiğimde soba yanıyordu usul usul. Loş odanın ölgün aydınlığında, fırlayarak, her tarafı yakıp kül etmek için çıldıran azgın, ...