14 Nisan 2023 Cuma

YABANCI

     Erken gelmiş, kahvesini almış öylece oturuyor. Kapıdan girdiğimde hemen fark ettim orada tek başına oturup ilgisiz gözlerle etrafı izleyen yabancıyı. Elinde telefon yoktu diğer herkesin aksine. Işığını kalkan yapmış parıldıyor koyu karanlığın içinde. Onunla buluşmaya gelerek, gelmediğim taktirde kendine "devşireceği" trajik ve aynı zamanda komik hikâyesini bozuyorum. Üzülüyor belki gelişime. Karşısına geçip oturuyorum. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme, beni süzüyor şimdi ürkek bakışlarla. Çözmeye çalışıyor, izin veriyorum. "Beni ekersin sanmıştım." diyor. Bir sigara yakıyorum, "Neler yapıyorsun?" diye soruyorum. "İnsan kalabalığına değmeden onların yanında geçiyorum, dinliyorum sessiz çığlıklarını." diyor. Konuşuyoruz, zaman akıp gidiyor, unutuyor ürkekliğini. Gözlerinin içine bakıp ardında derinlerde bir şeyler arıyorum. Bir "tutunamayan" olduğunu fark ediyorum, elimi uzatıyorum, "Bana tutun." diyorum tüm içtenliğimle. Kabul ediyor uzattığım eli; içinde yarım kalan, anlatamadığı anlatsa da kimsenin dinlemediği ne varsa döküyor avuçlarıma tüm içtenliğiyle. Yabancılığını kabul etmiş "müşfik bir mutlulukla." Saatler geçtikçe ait olduğu yeri bulmanın sevinciyle parlıyor gözleri. Bildiğim, acı bir şekilde tecrübe ettiğim şeyleri anlatıyor, ilk defa ondan duyuyormuşum gibi ilgiyle dinliyorum. En çok doyurulmamış yanı bu. Elimi koyup bastırıyorum, durduruyorum kanamasını, oradan sarmaya başlıyorum. Neden sonra bana ilgiyle bakması üzüyor beni. Çünkü onunla ne yapacağımı henüz bilmiyorum. Zamansız bir tanışma, ziyan etmek istemiyorum onu. Kendini bana bu kadar açma diyorum içten içe ama onu konuşturmaktan da geri duramıyorum huyum kurusun. Yılların birikmişliğini yüklesin beni sırtıma, birlikte taşıyalım istiyorum. Çölde susuz kalmış, suyumu paylaşıyorum. Sıcaktan ve susuzluktan kuruyup çatlamış dudaklarını alıp öpüyorum. Koluna girip ayağa kaldırıyorum; kalk, yürü, korkma. Bu uçsuz bucaksız çölde bizim gibi kaybolmuş ve susuz kalmış başkaları da var. Kimisi çoktan kuruyup çatlamış, kimisi bir serabın peşinde perişan olmuş. "Hadi artık, çıkalım bu çölden." diyorum, "Tamam," diyor "Senin bir serap olduğunu unutmadan yürüyeceğim seninle." Bir serap olduğumu fark ediyorum. Susayanları suya kandırıp ortadan kaybolan güzel bir düş. Geride bıraktığım bir düş kırıklığı. Ben parçalanırken benim hayalimle birlikte parçalanan bedenler. Hepsini belleğimde taşıyorum. Hepsini açık bir yara gibi bedenimde taşıyorum. Bir yarayı kapatmaya çalışırken bin yara açıyorum. 

    Bıraktım artık. Yürümüyorum. Durdum bir taş gibi olduğum yerde. Bazen biri alır başka bir yere koyar beni, denize atar yahut bir uçurumdan yuvarlar, dururum ben öylece atıldığım yerde. Kimisi değerli bir taş zanneder -ışıl ışıl parlarım çünkü- alır evinin başköşesine koyar, -oysa bana rengimi veren güneş yoktur orada-, rengimi beğenmez olur, tutar fırlatır camdan dışarı. Her şey benim dışımda gerçekleşir. Bazen çatlamak isterim. Bir eylemde bulunmak ve çatlamak.

    "Benimle ilgili ne düşünüyorsun?" dedi, "Hiçbir şey." dedim. Kendimle o kadar meşgulüm ki başkasıyla ilgili bir şey düşünmek aklıma bile gelmiyor.

Hiç yorum yok:

PİRİNÇ

      İçeri girdiğimde soba yanıyordu usul usul. Loş odanın ölgün aydınlığında, fırlayarak, her tarafı yakıp kül etmek için çıldıran azgın, ...