10 Kasım 2011 Perşembe

Ölümüz dirimiz, her gün birimiz, bir gün hepimiz, Hakk'a gideceğiz!

          10 Kasım 2002, günlerden pazar, yağmurlu bir Ramazan günü, iftardan biraz sonra.. Elektrikler gidiyor, arka sokaklarda çığlık sesleri, bağırışmalar. Üst kata koşuyoruz, telefona sarılıyor annem, cevap yok. Tekrar tuşluyor numaraları, telefon kapalı. Eyvah! Ağlamaya başlıyoruz. Ve bir telefon konuşması, "dayım" diyor bir ses, "hastanedeymiş." Gözyaşları içinde koşuyoruz.. Yol bitmiyor.. Hastaneye nasıl vardığımızı bilmiyoruz. "Yaşıyor." diyorlar. Arabalar, gitmeler, gelmeler, gözyaşları, hastane, ev, kalabalık... Görüntüden ibaret her şey... Görmek istediğimiz tek kişi o, duymak istediğimiz tek ses onun sesi.. Sonra... Ambulans arkasında konvoyla köy yolu, mezarlık. Gömülürken yanıbaşında olamıyoruz, son kez yüzünü göremiyoruz... Bir kaç saat içinde olup bitiyor her şey, geriye kalansa gözyaşı, keder, yalnızlık, çaresizlik... Söylediğim hiçbir şey ne o günkü acımı ne de şimdi babama duyduğum özlemi anlatabilir. Ölümü yaşamak da anlatmak da zordur vesselam.

PİRİNÇ

      İçeri girdiğimde soba yanıyordu usul usul. Loş odanın ölgün aydınlığında, fırlayarak, her tarafı yakıp kül etmek için çıldıran azgın, ...